Rüya

Bir gecekondunun bahçesindeyim… Pencereden iceriye bakıyorum. İcerisi parlak bir lüks ışığıyla aydınlanıyor. Galvanizli boyayla pırıl pırıl boyanmış bir teneke sobanın dibinde, bakır bir leğenin içinde, 5-6 yaşlarında bir kız çocuğu… Ağlıyor. Su şırıltılarına sobada yanan odunların çıtırtıları da eklenince, küçük kızın ağlamaları daha bir yürek parçalayıcı oluyor. İçerideki seslere kulak kabartıyorum… “Ayy! Anneciğim, çok sıcak! Annee! Kızın yanında ayakta duran şişmanca kadını henüz fark ediyorum. Kızgın, bağırıyor. “Sus körolasıca! Bir sürü işimin arasında seni yıkadığıma dua et!” Kadın, bunları söyledikten sonra kızcağızın kafasına bakır tasla vuruyor. Tastan sobaya sıçrayan suyun çıkardığı “cıssss!” sesiyle yüreğim de “cızzz!” ediyor. Kız şimdi daha çok ağlıyor; yine kaynar su. Leğenin içindeki kirli su, beyaz ve mavi karışımı, kesik kesik köpüklü… Kızın sırtı kıpkırmızı. Odada bunaltıcı bir buhar var. Dışarıda olduğum halde sanki boğazım sıkılıyor. Sobanın üzerindeki güğümden yavaş yavaş sobaya inen ve buharlaşan suyun cızırtısı, çocukluğumu; annemlerin üzerinde ekmek kızarttıkları sobaya gizlice tükürüp, tükürüğümün kaynayarak buharlaşmasını garip bir zevkle izlediğim o haylazlık günlerimi hatırlatıyor. Sonra burnuma kızarmış kestane kokusu geliyor, ağzım sulanıyor… Bir çığlıkla kendime geliyorum; kız yine ağlıyor. “Bu bir rüya olmalı, evet bir kabus bu” diyorum kendi kendime. Dayanamıyorum artık, kadına odunla, keserle filan saldırmak istiyorum ama kıpırdayamıyorum… Yalnızca orada öylece duruyorum... Oradan uzaklaşmak, bir an önce yatağıma dönmek istiyorum. Sonra uçuyorum, uçuyorum… Uyanıyorum. Boğazım öyle kurumuş ki, gidip üç bardak su içiyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder